Selamlar arkadaşlar. Ben Gaziantep’ten Mehmet Ertuğrul. Size kendi sürüş maceramın nasıl başladıgını anlatacağım. Belki anlatacaklarımın bir degeri yoktur sizler için ama benim için çok güzel anılar oldular. BMX’in geldiği nokta Türkiye genelinde çok güzel bir noktada. Yedek parca sorunu yok, bisiklet sorunu yok ve artık insanlar, toplum BMX’çileri tanıyor ve bunun bir spor dalı olduğunu en sonunda kavrayabildiler. Tüm yaşlılar gibi benim de söze “bizim zamanımızda” diye başlayacağım hiç aklıma gelmezdi.
Yıl 1995. 10 yaşlarımda ilk BMX’imi aldım. Ama öyle güzel bir şey hayal etmeyin. Şimdi bedava verseler binmezsiniz, öyle birşeydi:) Her çocuk gibi benim en sevdiğim şey olmuştu. Hergün kesintisiz biniyordum. Bir gün bir çocukla tanıştım. Yaşı benden büyük ama o da BMX’e biniyordu ve süper bir bisikleti vardı. Marka veya model umurumda bile değildi, sadece güzeldi ve çocuk ellerini bırakıyor, bisikletin önünü kaldırıp 20-30 pedal gidebiliyordu. Belki de o zamanların en popüler hareketiydi. Ben de yapmaya çalıştım, başarmam uzun sürdü ve sanki sadece ben yapabiliyormuşum gibi havayla dolaşmaya başladım. Heyacan verici bir duyguydu.
Bırakın Türkiye’de BMX sürücelerinden haberimiz olmasını, kendi şehrimizdekileri bile tanımıyorduk. 6. sınıfa giderken başka bir okuldan bir çocuk bizim sınıfımıza geldi ve arkadaş olduk. Onun da BMX sürdüğünü ve hareket yaptığını ögrendim. Tuhaf geldi, benden iyi süremez diyordum. Okul çıkışı buluşmaya başladık. Beni bir yere götürdü. Burası bir otopark inşaatıydı ve orada başka arkadaşlar üç katlı otoparkın en üst katında hızlanıp, yere yatırdıkları bir kalası rampa olarak kullanarak zıplıyorlardı. Ben de onlara katıldım. Yerden en fazla yirmi santim yükselip mutlu oluyorduk. Çoğunda da düşüyorduk. Yine de güzeldi. İşin boyutu değişmişti. Başka binenlerin de olması cesaretimi artırmış, onlardan iyi yapma hırsı bir adım ileri taşımıştı. Beraber gezmeye başladık. O sıralar BMX’e binen abiler gördük. Serseri tipliydiler ama rampa olmadan birşeylerin üzerinden atlıyorlar ve hiç görmediğimiz şeyler yapıyorlardı. Cesaret kırıcı bir olaydı ve bizi sürekli kovalıyorlardı. İzlememize bile izin vermiyorlardı ama durur muyuz, her okul çıkışı gittikleri yerlerde bekliyorduk. Bisikletsiz gidiyorduk ki bizi kovalamasınlar. Amacımız izleyip ögrenmekti. Gördüklerimizi yapmaya çalışıyorduk ama bizim BMX’ler hiç de elverişli değildi. Onların bisikletleri nereden aldıgı hakkında hiç fikrim yoktu. Bisikletlerin fiyatlarını sahiplerinin o anki ruh hali belirliyordu . Bunu birine fiyat sorarak öğrendim. Her sorduğumda fiyatı değişiyordu. Okul sonrası çalışmaya başladım, elime geçen her kuruşu biriktirdim ve ilk binilebilir birşey aldığımda 13 veya 14 yaşındaydım. O tarihlerde aralarına almasalar da kovalamayı bırakmışlardı. Ben de biraz birşeyler ögrenmiştim ama gizli yapıyorduk. Eğer yanlarında yapsak bisikletimize zarar veriyorlardı veya yanlarına almıyorlardı. Yıl 1998 Şubat ayında parkın içine tuhaf bir yapı yapılıyordu. Ben ilk gördüğümde havuz inşaatı sanmıştım ama bittiğinde içinde bisiklet sürenler vardı. O anki duygularımı anlatamam. Şaşkınlık, mutluluk, artık her akşam ve sabah fırsat buldukca oradaydık.
Rampaya yeni BMX’ler de geldi. Yaşları bizden çok çok büyük abiler biniyordu. Nikalaj ışıl ışıl ve harekete özel yapılmış bisikletler GT, HARO, DYNO Almancılar vasıtasıyla gelmiş veya İncirlik’ten alınmış bisikletlerdi. Hepsinden bir tane çok güzel aynısından bende alayım desen yok. Bir Almancı tanıdığın olmalı ki sipariş verebilesin ve o yaz tatili bitince tekrar Almanya’ya dönmeli, orada unutmazsa kendi zevkine göre almalı ve tekrar arabayla bir dahaki tatilde dönerse getirecek ve sen burada alacaksın… Bu altı ay sürer ki benim siparişlerim hep “oo unuttum, ya gelecek geldiğimde getiririm”lerle sonuçlandı . Parça konusuna gelince, ancak biri BMX’i bırakacaktı, onun bisikletini başka biri alacaktı, parçalayıp ihtiyacı olana istediği parçayı kendi vicdanına kalmış paraya satacaktı ki öyle parça bulunabiliyordu. Yine de BMX’e binmek çok zevkli bir duyguydu. Sağlam arkadaşlar vardı. Tabii rampa yapıldıktan sonra her geçen gün sayı artmaya başladı. Artık her semtin kendince grupları vardı. Her semtten gençler gelmeye başlayınca ve yapmış olduğun sporun hiç bir yerde adının geçmemesi nedeniyle halk tarafından serserilik polis tarafından suç olarak değerlendirilirdi. Anlamsız yere çok kovalaştık polislerle. Biz kaçardık onlar da kovalardı. Eee tabii kaçma kardeşim ne suçun var derseniz o tarihlerde şimdiki gibi GBT sorgulaması 2 dk değildi. Akşam beşten sonra yakalandıysan şüpheli şahıs olarak-ki suçun olmasına gerek yok, küçük bisiklete binen genç olman yeterli-karakoldan ertesi sabah dokuzda çıkardın. Sabah saatleri yakalandıysan akşama dogru beş gibi salarlardı. Haliyle bunun bir spor olduğunu anlatmaya çalışmak yerine kaçması daha kolay geliyordu. Tabii bu kovalamacalar bizi de geliştirdi. Bildiğimiz en iyi hareket olan buraların deyimiyle “bal hop” yapmaya devam ettik. Biri bir tane bisiklet fazla yatırsa diğerleri kendilerini parçalayıp bir tane daha koymaya çalışıyordu. Biri on santim yükseğe sıçrasa diğerleri çıtayı yükseltmeye çalışıyordu. Güzel bir rekabetti ve çok güzel günlerdi.
Ve bir gün İstanbul’dan parça getirilebildiğini öğrendik. Elbette yine burda bir abimiz getiriyor, üzerine yüzde bin koyarak satıyordu. Yine de almak için sıra bekliyorduk. Bisiklet getirtmek de mümkün olmuştu ama gelen bisikletin ağırlıgı boyu tamamıyla şans işiydi. Ailelerimiz yaş ilerledikce desteklerini bizden esirgemiyorlardı sağolsunlar. Bir arkadaşımın babası bisikletini üçüncü kattan aşagı fırlatmıştı. Sağlamlık testi degil tabii. Umarım Gaziantep’teki bisikletler nereye gitti diye sormazsınız artık.
Şimdiki imkanlarla kıyas etmek bile çok zor. Peki neden bindik, bu kadar zorluğa değer miydi orası tartışılır ama benim için değerdi. Arkadaşlarım vardı. Kimse alkol uyuşturucu veya boş vakitte yapılabilecek her hangi bir kötü alışkanlıktan söz bile etmiyordu. Spor da yapıyorduk. Hiçbir yerde adı geçmeyen bir spor ama spordu bizim için. Şimdi binen arkadaşlardan saygı bekliyorum. Onlar bugün bişeyler yapabiliyorsa, Türkiye’de BMX’in adı geçiyorsa bunun bizim eserimiz oldugunu unutmasalar yeter.
Misalen bir firma aracılıgıyla yanıma gelen üç arkadaşla tanıştım. Yanıma gelip bana Gaziantep’te binenleri sordular onlara elimden geldiğince anlattım. Yalnız arkadaşlara zamanında yaptığımız hareketleri tarif ederken Arif “ çok biliyorsan sen yap” dedi. Bilmiyorum bir nebze ağırıma gitti. 18 yaşında genç, ben 15 yıl önce ona yaptığım hareketi tarif ediyorum. Tuhafıma gitti. Artık beden elverişsiz, yaş ilerledi. Yaparız bineriz fakat onlar kadar atik değiliz. O heyacan yok artık. O yüzden bulunduğunuz noktanın kıymetini bilin. Bu sadece bir spor değil dostluktu, bir yaşam tarzıydı, saygıydı. Bunları unutmayın yeter.
Şimdi hayatımın en güzel günleriydi diyebildiğim zamanlardı. Yeniden binmeyi çok istiyorum ama yine ben kendim için binerim. Kimsenin beni alkışlamasına veya bir yerde birinci olmaya ihtiyacım yok. Bu işten para kazanabilmek gibi bir amacım yok. Sadece sevdiğim için, beni ben yaptığı için binerim. BMX’in size kattıklarını benim yaşlarıma gelince farkedeceksiniz. Sözün bittiği noktaya geldik sanırım. Spor hayatınızda başarılar. Kimsenin sizi yıldırmasına izin vermeyin. Saygı ve sevgilerimle.