Almanya’nın Köln eyaletinde dünya BMX yarışması vardı. Ben de hazırlık yapıyordum. Arkadaşım Murat Özdemir  bana “abi yarış iptal oldu” dedi. Benim de canım sıkıldı. “Abi üzme kendini, seninle  Flat Ark’a  gideriz Japonya’ya" dedi. Ben de tamam dedim.  O an içinden  kendi kendime “dünyanın bir ucuna gitmek? Bu hayalden başka bir şey değil” dedim.

Günler geçti, yarış gününe az kaldı. Ben Murat kardeşime telefon ettim. Yarışa gitmeye hazır mısın dedim. Yok abi dedi. Kısa konuşmadan sonra  telefonu kapattım, düşünmeye başladım. Nasıl ederim, çünkü İngilizce bilmiyorum. Nasıl tek başına giderim dedim. Çok sorunlar var,  dil, yemek ve yarışın oldugu yere direk gidemiyorsunuz.  Söylediğim arkadaşlarım  benimle   alay ettiler. Buna canım sıkıldı ama sabrettim. Eve geldim ve düşünmeye başladım. Nasıl ederim dedim ve karar aldım. Bmx Serdar Japonya’ya gıdiyordu!  Bana sanki İstanbul’muş gibi geliyordu. Kararımı kimseye de söylemedim. Çünkü çevremdeki bir-iki kişiye ben Japonya’ya gidiyorum dediğimde onlar da alay ettiler ve inanmadılar. 

Gaziantep’ten yola cıkmazdan evvel bilet de sorun oldu. Japonya bileti hazırdı ama o uçaga binmek için  Antep’ten İstanbul’a  giden uçakta yer kalmamıştı. Birden umudum söndü gibi oldu ama sonradan Rabbim  yardım etti, bir kişi gelmemiş uçaga, ben de onun yerine bindim ve İstanbul Atatürk Havalimanı’na indim,  hemen işlemlere başladım. Dış hatlar bölümüne gittim, yurtdışına gidenlerin harç yatırması lazımdı. Ben de yatırdım ve bagajı verdim. Uçağın kalkmasına 1 saat vardı. Ben de birşeyler yiyeyim dedim. Yiyebileceğim şeyler arasında en uygunu simitti. Ona da uygun denmez ama  ne yapalım. Yemek yedikden sonra içimden bir ses “Serdar fazla simit al” dedi. Ben de  içimden gelen bu sese uydum. İnanması güç ama 100 tl’lik simit  aldım. Eğer almasaydım aç kalma durumu vardı orada. 

Evet uçak kalkma saati geldi, bende heyecan baş doruktaydı. Bu arada  uçağa  bindiğimde  först klas bölümüne binmişim, hostes geldi biletime baktı “siz yanlış bölüme geldiniz” dedi. Halbuki ben de sevinmiştim çünkü çok rahat yerdi. Arka bölüme doğru giderken hostese “bu uçak kaç kişilik?” dedim. “450 kişi var” dedi. Bunca insanı bu ucak nasıl kaldırıyor? Ama oluyor, ilim sayesinde.

 

13 saatlik  Japonya yolculuğu başladı. Hala ben bile Japonya’ya gittiğime inananmakta güçlük çekiyordum. Gece  1’de uçağa bindim, akşam 07:30‘da  Kansai Osaka Havalimanı’na indim. Pasaportu cıkardım memura verdim. İngilizce birşeyler dedi, anlamadım. Parmak izimi ve fotoğrafımı çektiler. Derdimi  anlatamadım. Sivil bir polis geldi ve beni yabancılar şubesine götürdü. Orda bana sorular sordular ama ben bir şey anlamadım.  30 dakika geçti, beklerken aklıma bilgisayar geldi. Bana bir PC lazım dedim. Ancak bu adamlara o şekil anlatılırdı  ve öyle de oldu. Ben vizede  adres ve konaklama süresi yazmamışım ondan olmuş. Polisle işim kalmadı, bana gidebilirsin dediler.

 

Bu arada benim çanta kayıp olmuş, şimdi ben nasıl bu adamlara benim çantam kayıp oldu diyeyim dedim kendi kendime. Aklıma Türk Hava Yolları şubesi geldi. Oraya gittim. Baktım ki çanta orada duruyor.  Pasaportu gösterdim, cantayı aldım. Bir de Türk Hava Yolları’nda Türkçe bilen biri var mı diye bakayım dedim. Maalesef  8 bayan var ama Türkçe bilen yok. Bu duruma tepkili olarak “müdür kim?” dedim. Biri geldi “benim” dedi. “Hiç Türkçe bilen yok” dedim. “Evet yok ama bir Türkçe bilen var” dedi. Onu aradı. O kişi de  Uygur türkü, o da az Türkçe biliyor. İdare etti beni. Derdimi anlattım. Sonra havalimanından çıktım. Kobe’ye nasıl giderim düşüncesi başladı.

 

Trene binmek istedim. Bu olmadı çünkü yanımda Dolar vardı Yen yoktu. Japonlar Doları sevmıyorlar. En az 30 dakika uğraştım olmadı. Aklıma otobüs geldi. Otobüslerin olduğu bölüme gittim. Onlar da Doları kabul etmedi, aklıma kredi kartı geldi. Görevliye söyledim, “MasterCard geçerli mi?” dedim,  “OK” dedi. Çantayı  otobüse verdim, ben de yerime oturdum. Kobe’ye doğru yola cıktım. 1 ya da 2 saat tam aklıma gelmiyor  Kobe’ye vardım. Bu arada  saat gece 12 oldu. Ben de  derman kalmadı. Annem  beni aradı. “Japonya’ya vardın mı oğlum?” dedi. “Evet anne” dedim. Bu konuşmam sırasında Türkiye’de saat sabah 8 imiş. Kobe’ de gece yarısı idi. Otobüsten indim. Sen şu şansa bak 2 BMX’çi önümden gidiyorlardı. Onları durdurdum ve onlardan bana yardımcı olmalarını istedim. Otelin adresini söyledim, tarif ettiler ama benim kafama girmedi.  Bana taksi ile git dediler.

Ben yayan gittim. Bulmam epey sorun oldu. Şans eseri bu BMX’çiler karşıma gene çıktı. Bana yardımcı oldular, bu sefer oteli buldum. Otele girdim. Otelin geceligi en uygun fiyatı 300 Dolardan başlıyor. Ben iyi yorulmuştum. Çaresiz ok dedim. Görevli  odama beni çıkardı. Odama girdim. Oda manyak gibiydi. Kobe ayaklarımın altındaydı. 60 katlı bir gökdelendi. Saat gece yarısı 2’ydi. Tableti açtım, facebook’tan gökdelenden cektigim fotoğrafı attım. Arkadaşlarım şaşkına dönmüşlerdi. İyi uykum geldi, odada her istediğim vardı.







 

Neyse uyumaya başladım, biraz uyudum ve kalktım. Heyecandan gözüme uyku girmiyordu. Sabah oldu. Odanın penceresinden parka bakıyordum. Spor yapanları gördüm. Sabahın 6.30’u hareket yapanları gördüm. Kendi kendime dedim helal olsun bu adamlara. Otel odasından 10’da çıkmam lazımken ben erkenden kahvaltımı yapıp aşağıya indim, otelden çıktım. Parka gittim. Parkta flat çalışanları gördüğümde işte dedim bir hayalim gerçek oldu. Buna şükür ettim.



Tanışmaya başladım flatçı arkadaşlarla. Birgün önce  tanıştığım arkadaşlar Amerikalı idi. Tanışma esnasında biri bana “my Martti Kuoppa” dedi. O an ben dondum kaldım. Onlar bana “birşey mi oldu?” dediler. “Yok” dedim, “ben senin bir hayranınım” dedim. Sonra Martti’ye bir olay anlattım. Sen Türkiye ye geldin, ben seni göremedim çünkü haberim yoktu dedim. Bu duruma iyi uzüldüm dedim ve o an yere oturdum. Şaşkın halimle Martti’ye  bakıyordum. Beni teselli etti ve epey fotoğraf cektirdik beraber. Yanında Bob Haro. James McGraw ve belli başlı bir çok hareketçi vardı. Hepsiyle tanıştım. Sıra Japon flatçılara geldi. Onlarla da tanıştım. En küçük BMX’e binen Yu ile de tanıştım. Yaşı 12 idi ve iyi flat yapıyordu.


 


Yarışa 1 gün kalmıştı. Hemen aklıma otel geldi  çünkü Cumartesi Pazar otellerde yer yok. Başladım otel aramaya. Bu arada  ilk girdiğim otelde de yer yoktu. Artık ayaklarım ağrıdı yürümekten. Ben de yarışma yerine gittim. Parti vardı ama  ben hala otel peşindeydim. Millet yarış alanından partıye gidiyorlardı. Kafam çok bozuldu. York Uno ile konuşmaya başladım. Yarıştan sorumlu idi. Çevremde 10’a yakın kişi bana bakıyordu. “Ne var?” dediler. Otel çok pahalı dedim. İçlerinden biri bir arkadaşını aradı. O da Uygur türkü imiş. O da bana bir başka arkadaşının telefonunu verdi. Çok şükür nihayet bir gerçek Türk bulmuştum. Ama o da bana yardımcı olmaktan çekiniyordu. Bana otel bulamazsan beni ara dedi.

 

Gene gece yarısı oldu. Arkadaşlar partideydi. Ben girmedim, kafam rahat değildi, soğukta nerede kalacaktım. Karar verdim o Türkü tekrar aradım. “Abi” dedim “ben çok zor bir durumdayım bana yardım et senin sevdiğinin hatırına bana yardım et, maddi bir şey istemiyorum senden” dedim. “Tamam” dedi,  “bir taksi çevir” dedi “ona Japonca iki kelime söyle” dedi. Ben de bir taksiye bindim söylememi istediği kelimeleri söyledim, beni dediği adrese getirdi. Taksiciye ücretini Dolar verdim kabul etmedi. Bu abi verdi taksi parasını, ben de dolar olarak kendisine verdim. Bu abinin bir cafe’si var ve bir Japon’la evli. Geldiğimde çok acıkmıştım, ben simit yemeye başlarken abi “gel” dedi “simiti bize ver sen mercimek çorbası ye” dedi. Uzun zamandır simit yememişti çünkü. İyi ikramda bulundu. Sonunda abinin  Japon eşi  bana otel buldu, çok sevindim. Cafe’de  Japonlar da vardı, kafayı çekiyorlardı. Ben Japon bayanlara Türk simidi hediye ettim, onlar da bana  hediyeler verdiler.

 

Ben o abiyle taksiye bindim otele gittik. Çok şükür bir oda buldum ve sevindim. Sonra biraz konuştuk o abiyle. Sivaslı cıktı. Güzel bir sohbetten sonra  gitti. Numarasını da verdi. Bir şey olursa beni ara dedi.

 

Odaya çıktım, bir duş aldım, kendime geldim. Tam yatıyordum ki Murat Özdemir aradı. Görüntülü konuştuk.  “Abi sana helal olsun, benim aklıma gidecegin bile gelmedi” dedi. İyi bir muhabbetten sonra  yattım. Sabah oldu kahvaltı için aşagıya indim. Baktım kahvaltı bize göre değil, ben hemen  simit çıkardım, dalga fırında pişirdim. O abi bana sallama çay vermişti, “al bunu burada çay yok  kahve var” demişti. Aynen de öyleydi.  Sıcak su aldım, bu arada dalga fırında simidim pişti, aldım, oturdum masaya,  tam yemeye başladım  yanıma gelen oturanlar  bana tuhaf bakıyorlardı.  Bana  korjinava diyorlardı,  günaydın gibi bir kelime.

 

Bu arada Japonya’da 3. Gündü. Yarışın olduğu yere gittim, fotoğraf çekmeye başladım. Fotoğraf çekerken karşıma Alex Jumelin, Viki Gomez, Dez Maarsen, York Uno, Matthias Dandois, James McGraw, Bob Haro vardı. Bunlarla fotoğraf çektim. Martti Kuoppa’nın ilgi ve sıcak kanlılığı beni çok sevindirdi. Bir dünya BMX şampiyonları orada idi. Etkinlik alanını gezerken yan tarafta bir AVM vardı. Bir çıkayım dedim. AVM’de dolaşırken  bir Türk dükkanı gördüm. Hemen içeri girdim tanışmaya. Sağolsunlar yardımcı oldular.  Bu girdiğim dükkan yemek üzerineydi ve döner de vardı. Çok sevindim. 4 günden beri Kobe’de simit yiyordum. Hemen döner yemeye başladım, kendime geldim. Sonra bir de sallama çay içtim. Bu adam benden 100 TL yemek parası istese ok derdim. Yarış yeri AVM’nin dibinde olduğundan bir bu dükkana giriyordum bir yarışma alanına iniyordum. Bir baktım Martti Kuoppa geldi yemek yemeye. Martti Türk dönerini yedi, beğendi 

 





Ve yarışın son günü geldi. İyi bir rekabet başladı. Bunca yıl BMX’e bindim, bu kadar çok flatlandçiyi bir arada ilk defa görmüştüm. Hatta yolun bir kenarı kapatılmış BMX’lerin yanında  zabıta memuru bekliyordu. İlginç tarafı biri BMX’ini aldığında kaç BMX kaldı hepsini sayıyordu.


 

 

Gece oldu, proların yarışı başladı. Kıran kıranaydı ve çok kalabalıktı, ben bile izlemekte zorlanıyordum. Evet bir dünya flatland yarışmasına gitmiş olmaktan dolayı mutluğumu ifade edemem. Ancak yaşamak lazım.

 

Ve yarış bitti, yolculuk başladı. Osaka’ya geldim.  Burada da şansım iyi gitti. Burada bir BMX shop ve bir Türk dönerci buldum. Bedava yemek verdiler ve yardımcı oldular.


 

Gece oldu, trene bindim, havalimanına  gittim. Üzgündüm çünkü biraz daha kalsaydım dedim ama o imkan yoktu. Bir yandan da Türkiye’yi özlemiştim.

 

Uçaga gece 11’de bindim Türkiye’de sabah 5’te indim.  Kendi dilimi konuşanları gördüm, sevindim. İşte BMX Serdar’ın  Japonya macerası, bir hayalin gerçek olması. Rabbime şükürler olsun o yardım etmeseydi ben  bir şey başaramazdım.